- 4 Ocak 2022
- 1397
Bazı insanlar yaşadıkları olumsuz deneyimler karşısında yıkılıyor bazıları ayakta kalıyor. Sizce bu sadece kalıtımsal özelliklerimiz ile mi ilgili? Hayatta karşılaşılan zorlukların üstesinden gelebilmeleri için çocuklarımıza kazandırabileceklerimiz neler, hiç düşündünüz mü?
Olumsuzluklara karşı hazırlıklı olma, zor koşullara uyum sağlama, stres ve travmayla başa çıkabilme gibi becerilerin tümü için son yıllarda kullanımı yaygınlaşmaya başlayan bir kavram olarak “rezilyans” kelimesi karşımıza çıkıyor. Kelimenin latince kökeni resiliere, anlamı ise gerilen yayın geri dönmesi gibi, geri sıçrama, geri yaylanma eski biçimine dönmedir. Bu kavram ilk olarak psikiyatrist Viktor Frankl tarafından öne sürülmüş. Frankl ikinci dünya savaşı sırasında tüm ailesini kaybettiği Nazi kamplarındaki yaşam mücadelesi sonrası kendi gibi büyük travmalar yaşayan bazı insanların kamplardan kurtulduktan sonra tekrar hayatlarını kurabildiklerini ve mutlu olabildiklerini gözlemlemiş. Buradan yola çıkarak insanı boyun eğme, hatta kırılma noktasına kadar iten güçlüklerin, aynı zamanda onu büyüten, hatta daha iyi bir insan olmasını sağlayan bir basamak olarak algılanabileceği teorisi üzerine logo terapi ekolünü kurmuştur.
Frankl’ın ardından Türkçeye esneklik ve toparlanabilme becerisi olarak çevirebileceğimiz bu kavram üzerine araştırmalar yapılmaya devam etmiş. 1955 yılına gelindiğinde uzmanlar Hawaii’de doğan ve zor koşullarda büyüyen 698 çocuk ile 40 yıl boyunca süren çocukların büyüdükçe yaşamlarındaki durumları değerlendirmeye dayalı bir çalışma yürütmüşler. Araştırma sonuçlarına göre çocukların sadece üçte birinin zor koşullara karşın hayatla mücadele ederek ruh sağlıklarını koruyabilen yetişkinler olabildikleri görülmüş. Bu çocukların kişisel özellikleri ve sorunlarını yenmelerine yardımcı çevresel etkenler ile ilgili bazı ortak noktalar tespit edilmiş.
Rezilyant bireylerin ortak özellikleri nelerdir?
Esneklik ve toparlanabilme becerisine sahip olan bireyler sorumluluk sahibi ve sebatkardır. Davranışlarının sonuçlarını iyi tahlil eder, sorunlar karşısında kaçmak, pasif ve çekingen olmak yerine üzerine giderek çözmenin yollarını arar, olayları ve durumları kontrol edebilme güçlerini gerçekçi bir şekilde değerlendirerek kontrol edemeyeceklerini fark ettiklerinde enerjilerini boşa harcamazlar. Değiştiremeyecekleri olayları kabullenmeyi bilirler. Başlarına gelen olumsuz olayları veya başarısızlıklarını kişisel gelişme fırsatı olarak algılarlar. Yaşamın içerisinde yeni şeyler öğrenme ve deneyimleme fırsatlarını değerlendirirler. Her şeye rağmen mizah yetenekleri güçlüdür. İyimser bakış açısına sahiplerdir. Hayatla ilgili umut veren planlar kurma ve geliştirme gayesindedirler. Teşekkür etmeyi, yardımlaşmayı, şükran duymayı ve etik değerleri önemserler. Tabi tüm bunların mümkün olmasını sağlayan çok önemli çevresel faktörler bulunuyor. Bu faktörlerin başında; bireye eşlik eden en az bir güvenilir, duygusal olarak olumlu, dengeli ve süreklilik gösteren yetişkinin varlığı gelir. Bunun yanında koşulsuz sevginin hissedildiği, sınırların net olduğu ve duyguların ifade edilebildiği bir aile ortamı, ailenin çocuğa etik ve ahlaki kavramları öğretmesi, çocuğun çevresinde rol model olarak alabileceği cesur ve zorlukların üstesinden gelmeyi deneyimlemiş bir bireyin oluşu, küçük yaştan itibaren çocuğa seçim yapma imkanı ve seçimlerinin sonuçlarına katlanma olanağı tanınması da oldukça önemlidir.
Her ebeveyn çocuğunun mutlu, huzurlu ve kendi ayaklarının üzerinde sağlam durabildiği bir yaşam sürmesini istiyor, mümkün olduğu kadar üzülmemesini, endişelenmemesini, hayal kırıklığı yaşamamasını diliyor. Bunu sağlamak için çocukları doğduğu andan itibaren ciddi çaba sarf ediyor. Fakat bu çabalar çoğu zaman hayal edilenden farklı sonuçlara sebep oluyor. Büyürken hiçbir hayal kırıklığı ve stresle karşılaşmayan çocuklar güçlü olmayı öğrenemiyor. Etrafta yaşanan acılardan soyutlanarak empati becerilerini geliştiremiyor. Çocuklarımızın büyürken dünyayı tüm acılarıyla ve keyifleriyle olduğu gibi deneyimlemelerine ihtiyaçları var.
Günümüzde büyük şehirlerde yaşayan çocuklar ne kadar rezilyanttır?
Öğrencilerimden yola çıkarak son yıllarda gözlemlediğim çocukların çoğunun, neredeyse hiçbir sorunla kendi başlarına baş etmeye çabalamadığını görüyorum. Birçoğu mevcut sorun ile baş etme yollarını bilmesine rağmen, ya erteliyor ya da mücadele zor geldiğinden ve kendine güvenmediklerinden uygulamada zorluk çekiyorlar. Bu durumun nedenlerini düşündüğümde karşıma ilk olarak çağımızın ortak sorunu ekran ve sosyal medya çıkıyor. İstatistikler çocukların günde ortalama 7 saatini ekran başında geçirdiklerini gösteriyor. Vaktinin çoğunu ekran başında geçiren çocuklarımızın, spora, sanata, kitap okumaya ya da arkadaşlarıyla sosyalleşmeye zamanı kalmıyor. Oysa telefon ve bilgisayar aracılığıyla iletişim, hiçbir zaman yüz yüze göz göze bir sosyalleşmenin yerini tutamıyor. Sosyal medyadan gelen bilgi, çok hızlı olduğundan, hazmetmeye vakit kalmadan yenisi geliyor ve bu durum çocuklarda uykusuzluk ve endişe kaynağına dönüşüyor. Çocuklarımızın hayatlarını geçirdiği ev-okul servisi-okul-avm döngüsünden çıkabilmeleri ve sağlıklı gelişimleri için, yaşadıkları şehri gezmeye, metroya, vapura binmeye, pazara gitmeye, her kesimden farklı insanla ilişki kurmayı öğrenmeye, dünyanın sadece kendi yaşadığı sosyal çevreden ibaret olmadığını anlamaya ihtiyaçları var.
Teknolojik ve maddi anlamda çocuklarımızın yaşam standartları artmış olmasına karşın, onların kendilerini daha yalnız, mutsuz ve huzursuz hissettiklerinin farkında mısınız? Yakın ve şefkatli ilişkiler kurmak yerine “önce ben” tutumu sergileyerek bencilleştiklerini, maddi değerlere verdikleri önemin ve dikkat çekme ihtiyaçlarının arttığını görüyor musunuz? Peki ya biz yetişkinler kendimize hangi soruları sorarak öz farkındalığımızı güçlendiriyoruz? Çocuklarımızı esir alan ekran ve sosyal medya ile bizlerin ilişkisi hangi düzeyde?
Son yıllarda sanki zamanın akışı bile hızlanmış durumda. Özellikle büyük şehirlerde hepimiz daha hızlı davranmaya, kısa zamanda daha çok şey yapmaya, yapılması gerekenleri yetiştirmeye çalışıyoruz. En kötüsü de hep bir şeylerin eksik kaldığı hissini içimizde taşıyoruz. Sanırım en büyük eksiğimiz yavaşlayıp kendimize zaman ayırmamamız. Durup bazı soruları kendimize sormaya ve cevapları üzerine düşünmeye ne dersiniz? “Kendim için ne yapıyorum, en son ne zaman sadece doğanın seslerini dinleyip renklerine odaklandım? Okumayı uzun zamandır çok istediğim kitaba başlayabildim mi? Ne zaman ailece teknolojik aletler yakınımızda olmadan göz göze sohbet edip keyifli vakit geçirdik? Peki ya ruh sağlığım ne durumda? Depresyon, anksiyete, panik atak, öfke kontrolsüzlüğü, uykusuzluk gibi sorunların hangisine sahibim ve destek almayı ihmal ederek iç huzursuzluğumun günden güne büyümesine göz yumuyorum?
Çocuklarımızı rezilyant bireyler olarak yetiştirmek istiyorsak ebeveyn olarak kendi mutluluğumuz ve sağlığımız için gereken önemi ve çabayı göstermeliyiz. Ancak uçaklarda olduğu gibi oksijen maskesini önce kendimize takarak çocuklarımızın ihtiyaçlarını karşılayabilecek donanıma sahip olabilir, onlara doğru rol model olabiliriz. Onlar için hayal ettiğimiz yaşam idaellerine onları bir adım daha yaklaştırabilecek becerileri geliştirmelerine yardımcı olabiliriz.
Kaynakça:
Seçkin, Ş. ve Hasanoğlu, A., Çocukta Rezilyans, Remzi Kitapevi, Mart 2017, İstanbul