- 18 Mayıs 2021
- 1018
Psikolojik dayanıklılık, literatürdeki adıyla Resilience, araştırmacıların son zamanda en çok araştırdığı konulardan biridir. Resilience’ın tanımından önce, bu kavramın nasıl ortaya çıktığı incelenmelidir. Uzmanlar, bireylerdeki psikolojik problemlerin başlangıç noktalarıyla ilgili çeşitli teoriler üretmişlerdir. Problemler incelendiğinde, sebep olan etmenlerin herkeste aynı psikolojik etkileri yapmadığı görülmüştür. Örneğin, ebeveyn – çocuk bağlanma türünün (parent-child attachment) önemli bir etkisi olduğu düşünülür. Literatürde disrupted attachment olarak geçen ebeveyn – çocuk arasındaki psikolojik bağlılığın kuvvetli olmadığı ve kurulan bağdaki sorunlar nedeniyle çocukluk döneminde yaşanan psikolojik problemler arasında ilişki olabileceği düşünülmüştür (Svanberg, 1998). İlerleyen süreçlerde ise çocuklarda psikolojik problemlere nedenleri daha geniş perspektiften ele alınmıştır. Aile yaşantısı, okul, yaşanılan muhit gibi etmenlerin, çocukların psikolojik gelişimi ve problemleri ile bağlantısı olduğu gözlemlenmiştir (Sroufe, Carlson, Levy & Egeland, 1999).
Bu doğrultuda yapılan araştırmalarda gözlemlenen bir diğer önemli bulgu ise, çeşitli problemlere ya da olaylara karşı çocukların verdiği reaksiyonların farklı olmasıydı. Örneğin, stres düzeyini tetikleyen problemlere karşılaşan bazı çocuklar, çeşitli psikolojik problemler yaşarken bazılarının yaşamadığı fark edilir. İşte bu noktada psikolojik dayanıklılık yani resilience’ın önemli etkileri vardır. Resilience’ın genel kabul gören tanımı: “Psikolojik ya da fizyolojik gelişime engel olacak çeşitli risk faktörleriyle karşılaşılsa bile, “normal” ya da beklenildiği yönde pozitif gelişim göstermek” şeklindedir. Örnek vermek gerekirse, prematüre ve düşük doğum ağırlıklı doğan bebeklerin, belirli süreçleri geçirdikten sonra okul yaşantılarında, yaşıtlarıyla aynı düzeyde başarı göstermesi, resilience’ın bir göstergesidir.
Bu durumda, psikolojik dayanıklılığı yüksek bireylerin, hiçbir koşulda zarar görmeyeceği ve her koşulu dayanıklı olacağına dair bir yanılgı söz konusu olabilir. Yapılan araştırmalara göre, psikolojik dayanıklılığın yüksek olması, risk faktörlerinden etkilenilmeyeceği anlamına gelmez. Aksine, her iki grup da aynı şekilde etkilense de dayanıklılık düzeyi yüksek olanların bulunduğu ortama adapte olma ve yeniden iyi olma, eski haline dönme süresi daha kısadır (Garmezy, 1993).
Çocuklar ile ilgili örnek verilirse, anne babasının boşanma sürecine şahit olmuş ve bu süreçte çeşitli psikolojik sorunlar yaşamış çocukların, bazen kendi kendilerine bazen de psikolojik destek sayesinde psikolojik olarak daha iyi bir hale kavuşmaları, yaşadıkları travmaları kabullenmeleri ve belki de artık sorun olarak ortada durmaması psikolojik dayanıklılığa güzel bir örnektir.
Karşılaşılan çeşitli risk faktörleriyle başa çıkmada, psikolojik sağlamlığı da etkileyen faktörlerden biri olan “bağ kurma” bireylerin sorunlarını çözmelerinde anahtar görevi görür. Kurulan bağ, ebeveynle, arkadaşlarla ya da geçmiş benlikle olabilir. Kendini zor durumda hisseden bireylerin, psikolojik olarak yalnız ya da çaresiz hissettikleri dönemlerde, kurulan bağlar sayesinde yalnızlık hissinin zorluğu daha kolay atlatılabilir.
Özellikle erken çocukluk döneminde çocukların ebeveynleriyle kurdukları bağların güvenli olması (secure attachment) çocukların psikolojik dayanıklılıklarını olumlu etkiler ve karşılaştıkları zorluklara daha kolay uyum sağlayabilmelerini ve çözüm üretebilmelerini destekler. Bu bağlamda, erken çocukluk dönemindeki ebeveyn – çocuk ilişkisinin önemi bir kez daha vurgulanabilir.
Kaynak:
Rethinking Resilience, A Developmental Process Perspective; Tuppett M. Yates, Byron Egeland, L., and Alan Sroufe