- 16 Aralık 2021
- 1338
Yıllar öncesinden, acı bir uyanışa, hatırlayışa sebep olan bir cümle; "Sesimi duyan var mı?". Deprem enkazında candan cana ulaşabilmenin nahif çağrısı. Hatırlayınca içimizde uyanan o his, olayın, kayıpların ne derece üzücü olduğundan mıdır sadece? Olmayabilir de. Belki de geçmişte kalan acı bir anıya ait değildir, taptaze bir acıya dokunmaya devam ediyordur bu soru. Hâlâ birileri birilerine ulaşmaya çalışıyordur. Sessizce, çok çaresiz de olsa kibarca bir seslenişle ve umutla, sabırla bekleyişini sezdirerek...
Bu çağrıyı hemen her insan ilişkisinde görebiliriz, çünkü biriyle ilişkilendirilmek duyulmayı istemektir. "Benden çıkan ses dalgaları sana, senin kulağına varıyor mu? Dahasını da istiyorum. Sesim gönlünde yankılanıyor mu?" diye sormaktır.
Anne-baba ve çocuk ilişkisi bağlamında düşündüğümüzde, anne karnındaki bebeğin gelişen ilk duyusunun duymak olduğunu biliriz. Sesle başlar ilk iletişim. Anne bebeğinin kalp atışını, içindeki hıçkırığını duymak ister, bebek de ebeveynlerinin melodik sesini, annesinin nefesini. Ses, istek, duyuş ve mutluluk… Karşılıklı devam eder bu istek ömür boyunca. İlk kelimeler, cümleler, şarkılar derken, yaşananlar, zaman, dünya değiştirir sesleri. Hem seslerin nitelik ve niceliği değişir, hem de kalitesi.
"Odasından çok az çıkıyor, bizimle konuşmuyor bu aralar?", "Öfkelenince okulda, parkta arkadaşlarına zarar veriyor.", " İstediğini yaptıramadığı zaman ağlamaya başlıyor, susturamıyoruz.", "Ne desem ters anlıyor, hiç konuşulmuyor.", "Tırnaklarını yemeye, saçlarını koparmaya başladı." gibi cümleleri duyarız anne-babalardan. Çocuklardan ise "Beni hiç anlamıyorlar.", "Her yaptığımı eleştiriyorlar.", "Mutsuzum", "Sadece oynamak istemiştim.", "Korkuyorum, kaygılanıyorum, sakinleşemiyorum." cümlelerinin benzerleri dökülür. Neden? Dışarıdan bizlerin gördüğü tartışmalar, kırgınlıklar, kopuşlar olsa da, ilişkinin içinde olan biten gerçek anlamda nedir?
En temeline, enkazın içine cılız bir ışıkla da olsa bakma cesaretini gösterebilirsek eğer duyabiliriz. "Sesimi duyan var mı?”... Hem ebeveynlerin, hem de çocuklarınki kendilerini diğer tarafa duyurma çabasıdır bu. Öfkeyle oyuncağını arkadaşına atarken, “Canımı acıtan başka bir şey var, beni duyun!” diyordur çocuk. Koruma, kollama içgüdüsüyle sürekli eleştirel ve müdahaleci tavır takınan anne- baba, “Sana zarar gelsin istemiyorum, benim için öyle kıymetlisin ki seni nasıl sakınacağımı bilemiyorum.” diyordur. Odasına, kendi dünyasına çekilen ergen, “İçimdeki sesler öyle çok ki, yalnız kalmaya, anlaşılmaya, anlamaya ihtiyacım var.” diyor, ya da ağlama krizlerine giren çocuk o anda ihtiyacı olan sevgi ve ilginin aslını arıyordur.
Duyulma isteğimizi dolaylı yollardan anlatma yoluna gideriz çoğu zaman, davranışlarımıza ve sözlerimize yön veren duygu ve düşüncelerimizin etkisiyle. Can kulağıyla dinlemek gerek bize şimdilerde. Belki farkına varabilirsek baş ve can kulaklarımıza bastırdığımız yükleri, bir adım atmış oluruz seslerin ahengini yeniden keşfetmeye. "Bu davranışıyla çocuğum bana ne söylemek istiyor? Anne-babam bir şey anlatmak için çabalıyor, ne olabilir?" farkındalığına erişmek ve görünenin ötesini, davranışların altında yatanı, kişilerin iç dünyasının yankılarını anlamaya çalışmak güzel bir başlangıç olabilir.
Enkazın derinliklerine uzanan nidalar önce karanlıkta soğuk duvarlara çarpar, ardından ince boşluklardan geçip bir insanın tenine değerler. Karşılık verir duyan gayrete gelip. Sonrası ise, açılan yollar, içeri sızan ışık, umut, sıcaklık, mutluluk gözyaşı, canın cana kavuşması... Kulak verelim. Bize kimler seslenmekte?